Friday 31 October 2008

SERZENİŞ

Her sorunun ardından cevabı verirken bilmediğimi ne kadar öğreniyorsam, her sorunun ardından cevabı dinlerken de, her tartışmadan sonra ve hatta her tartışma esnasında, her yazıyı okurken, her beyni okurken, her geçen gün, hep ve daima, bilmeyenlerin ne kadar da bilmediğini öğreniyorum. Okumamakla övünenlere karşı okumakla övünen güruh ne kadar okuyor deyip duruyorum kendime. Medeni cesaretim arttıkça burnumu soktuğum her ortamda, hep ve yine daima, birilerini, bir şeyleri meğerse “gözümde büyütmüş” olduğumu kavrıyorum. Ben çok şey bilmiyorum! Ben hiçbir şey bilmiyorum! Ama bilmemekten daha bilmemek varmış. Bilmemekler hiyerarşik nizamda saygı duruşuna geçmişler! Aval aval bakanlar, zât-ı muhteremlerin kendileriymişşş…
Bir arkadaşım gözlerinden alevler fışkırarak -mesela- Deleuze üzerine yaza/maya/n birini oku/ya/madıkları için Deleuze’den nefret edenler topluluğundan bahsetmişti! – Hayır hayır, Avustralyalıydı bu arkadaşım! /// Bilgi global bişiy di mi muhterem? Evet cicim!–
Dipnotlarla kendini varedenlerden nefret etmiyorum artık! En azından sayfa numarası veriyorlar..

Wednesday 29 October 2008

ESTETIGİ GERI CAGIRMAK

Asagida alintiladigin sozkonusu nefis makalede ve daha oncesinde Adorno’nun metinlerinde ele alinan sanat ile siyaset ve toplumsal meseleler arasindaki bu mesafeyi tekrar hatirlattigin icin tesekkurler Ayse.
Benim buna paralel olarak onemsedigim bir konu var. 2006 yilinda -master tezimi yazareken- su dusunceye uyanmistim: Dusunce ve mesajin one cikarak sanatta estetigin buyuk olcude geri plana itildigi guncel sanat ortaminda estetigi geri cagirmak, onu yeniden sorunsallastirmak gerekiyor. Evet bunu dusunmek gerekiyor. Belkide dislanan, yok sayilan, luzumsuz gorulen estetik, bugun bir karsi durus metaforunun ta kendisi olabilir.

Tuesday 28 October 2008

the politics of aesthetics

Sanat toplumsal ve siyasi meselelerle ilgili mesajlar ve duygular ileterek siyasi olmaz. Toplumsal yapıları, çatışmaları ya da kimlikleri yansıtma biçimiyle de siyasi olmaz. Tam da bu işlevlere aldığı mesafe yoluyla siyasi olur. Sadece eserleri ya da anıtları değil, belirli bir mekan-zaman sensoryumunu şekillendirdiği ölçüde siyasi olur; çünkü bu sensorsuyum, birlikte ve ayrı, içerde ve dışarda, önde ve ortada vs. olma biçimlerini tanımlar. (Rancière, Sanat ve Siyaset kitabından Elçin Gen çevirisi)

İngilizce meali:

Art is itself about politics not “because of its messages and sentiments, which transmits to the order of the world. Not even because of the way it represents the structures of the society, the conflicts or identities of the social groups. It is political for the distance it takes from her functions, from the type of time and space it institutes, for the way it parceling out the time and people the space” (Rancière, Malaise dans L’esthètique, 2004)

Monday 27 October 2008

Baskı ile Susturulan Eleştiri Yapabilir mi?

T.C. Diyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesi 20.10.2008 tarih ve 2008/2761 sayılı kararı gereği bu siteye erişim engellenmiştir.

Access to this web site has been suspended in accordance with decision no: 2008/2761 of T.R. Diyarbakır 1st Criminal Court of Peace.


Susturulan
Tam dili çözülürken dili koparılan
Sesi kısılan
Ezberlediğini söylemezse cezalandırılan
Farklı olduğunu iddia ederse dışlanan
Farklı olduğunu ifade edeceğim derken dışlayan
Fikrimi söyleyeyim derken (aslında onu) ezberlediğini unutan
Tekrar eden, tekrar etmezse kurunun yanında yaş
- olanın
Düşünce üretebilmesi, eleştiri yapabilmesi ve yeniyi ortaya koyabilmesi
Nasıl “güdük” kalacaksa
Türkiye’de sanat da dahil olmak üzere herhangi bir konu ile ilgili derdini ifade edememenin yarattığı
Madunluk ile
Devletin ideolojisine ve denetim mekanizmalarına
Tabi olmak
‘Biz’i kaçış çizgilerine iterek
Kendi yolumuzu bulmaya itiyor.
Devletin “ihtisaslaşamamış” denetim mekanizmalarının sansürlediği “hak”ları koruyabilmemiz ve ifade yollarımızı hür kılabilmemiz için
Kendi kaçış çizgilerimizi yaratmamız ve sapmalar oluşturmamız
Politik bir tavır olarak gündelik hayatta sürdüreceğimiz mücadeleyi zorunlu kılıyor.


Küme’nin blog üzerinden kendini ifade edebilmesi şu anda bilinmeyen bir tarihe kadar www.vtunnel.com adlı site üzerinden yapılmaktadır.

Saturday 25 October 2008

TUHAFLIK

Geçtiğimiz haftalarda Contemporary Art’da, Balkan Naci İslimyeli’nin son işlerinin yer aldığı "Tuhaflıklar Tarihi I" adlı sergiyi görmüştük. Balkan Naci’nin bu son işleri Akademi’den bazı kişilere "bunlar Max Ernst’in 1930’larda yaptığı; 19.yüzyıl oymabaskılarını mukavva üzerine bastığı çalışmalarının aynısı, kopya bunlarrrr" yorumlarini yaptırdı. Bu yorumlara gülmemek elde değil; Balkan Naci, Max Ernst’in sözkonusu işlerini kendisi kadar herkesin bildiğini bilerek bu işleri yaparken eminim bu tarz eleştirilerin ortaya çıkacağını da tahmin etmiş olmalı.

Ernst’in sözü edilen işleriyle Balkan Naci’nin bu son işleri aynı estetiğe sahipken Balkan Naci, Ernst’den farklı olarak tamamen Osmanlı kültürüne gönderme yapan tuhaflıkları ele alıyor. Daha da ötesi bugünün sanatçısının, görsel kaynakları bazen biliçli biçimde geçmişin kültlerinden alarak, onlara göndermeler yaparak, onlara yaslanarak ve hatta onlarla bilinçli özdeşlikler yaratmak isteyerek ortaya koyduğunu ve bilginin kolayca ulaşılabildiği iletişim çağında bunu da saklamak için hiç bir nedeninin olmadığını biliyoruz. Ancak Akademi’den gelen sanatçılar arasında sıkça yapılan bu tarz yorumlar, bana öyle geliyor ki Akademi’nin öteden beri Bati’ya eklemlenme sürecinde izlediği kopyacı ya da dışarıdan -çağdaşlık adına- ithal edici yaklaşımını hala bu sanatçıların zihinlerinde taşıdıklarının ve yansıtma biçiminde dışarıya çıkardıklarının bir göstergesi olabilir. Bir radar tarayıcısı gibi baktıkları şeyleri anlamaktan çok onların kimden çalındığını tespit etme darlığına sıkışmış sanat anlayışları, bu sanatçıların elbette ki günümüz sanat üretimini anlamasına büyük bir engel oluyor.

Friday 24 October 2008

"Yapı Kredi-Hizmette Sınır Yoktur " adlı kısa film senaryosu

Dış Mekan: İstiklal Caddesi.
İç Mekan: Yapı Kredi Kültür Kazım Taşkent Sanat Galerisi: Halil Altındere'nin "Bunun Bir Sergi Olduğundan Emin Değilim" başlıklı sergisi.
Işık: Dış mekanda gün batımı ışığı kullanılır. İç mekan sergi salonu nötr ve kişiliksiz ışıklandırma düzeni
Kişiler: Sanatsever, güvenlik görevlisi, Mine Haydaroğlu

Güzel bir sonbahar akşamıdır. Sanatsever, yurtdışından ziyarete gelmiş arkadaşlarına her yerde dilden düşmeyen canlı ve hareketli İstanbul güncel sanat ortamını göstermeyi istemektedir. Halil Altındere'nin yeni açılan sergisi akla gelir. Açılış nedeniyle Yapı Kredi Kazım Taşkent Sanat Galerisi'nin önü kalabalıktır. Sanatsever kendinden emin adımlarla ilerler ama galeriye girmek sandığından güç olacaktır...

Güvenlik Görevlisi: Hanımefendi, nereye? Davetiyeniz var mı?
Sanatsever: Ne davetiyesi?
Güvenlik Görevlisi: Davetiyesiz girilmez.
Sanatsever: Beni Halil Altındere davet etti.
Güvenlik Görevlisi: O kim ki?


O sırada Sanat Dünyamız editörü Mine Haydaroğlu belirir (bu sahnede etkiyi artırmak için özel bir ışık ve müzik kullanılabilir) ve der ki: " O bizim yazarımız, bırakın geçsin!"


Yapı Kredi- Hizmette Sınır Yoktur

Wednesday 22 October 2008

SORU?

Postkoloniyel ve post modern tartışmaların ekseninde meşrulaşan bienaller, ana akım dışı sanat ve sanatçılara yer vererek kendini alternatif sergi mekanları olarak kurguladılar. Bu durumda acaba sanat daha kavrayıcı bir nitelik kazanarak Batı’nın yarattığı modernlik kalesinin duvarlarını yıkmayı başardı mı? Yoksa tam tersine, modernite ile ortaya çıkan Batı kanon ve sanatı küreselleşti, oyunu kazandı ve bütün yerel/kültürel farklılıkları saydamlaştırarak aslında bir anlamda Batı’nın kolonizasyonunu tamamlamış mı oldu?

Paragrafta Ana Fikir Bulma Yöntemi !

İlk ve orta öğretim sisteminde ezbere eğitim modeli/tornasından geçen ve kendilerinden eleştiri yapması ya da düşünce üretmesi beklenen bizler, çoktan seçmeli sınavlar ile bize sunulan metinlerde ancak "talep edileni" bulma habitusu ile güdülenmekteyiz.

Yazarın bir metin aracılığı ile vurgulamak istediği unsurun içerdiği çelişkileri ve çokanlamlılığı sorgulayabilmek ve yeni anlamlar türetebilmek ancak yalnızca talep edileni değil, metnin farklı perspektifler ile okunması ile ortaya çıkacak "çoğulluğunun" keşfedilmesi ile mümkün olabilir.
Örneğin, ÖSYM Sınavlarında halen öğrencilere "ana fikir bulma"nın ipuçları aşağıdaki şekilde öğretilmektedir.

* * Ana fikir sorularında ilk önce konu bulunur. Daha sonra yazarın konuya bakış açısı, daha sonra da ana fikir bulunur. Bu yöntem ana fikri bulmanın en güvenli yoludur.

* * Örnek:

Aşağıdaki parçada konuyu, yazarın konuya bakış açısını ve parçanın ana fikrini bulmaya çalışın.

Yazarlığın mizah yanına çok önem verilmeli kanımca. Çünkü bir yazarın yazdıklarını okuyabilmemizi sağlayan en önemli yönü yazdıklarının arasına sıkıştırdığı mizah öğeleridir. Kompozisyonu, kurgusu bir yazının olağan gereklerinden. Yazarların pek azında görülen alaycılık ise yazarın ince ve keskin bir yargılama gücünden kaynaklanır. Eleştiren değil irdeleyen bir mizah... Yazarın öykülerinde romanlarında olayların akışıyla kaynaşmış olan bu irdeleme yöntemi, okuyucunun damağında belli belirsiz bir tat bırakır. Okuyucuyu eserin okuma güçlüğüne karşı işte bu tat bileyler. Bileylenen okuyucu yeni bir istekle esere yönelir.

Konu: Yazarlığın Mizah Yönü

Bakış Açısı: Yazar, yazarlığın mizah yönünü destekçi bir yöntemle ele alıyor. Yani parçada olumlu, ılımlı, destekçi bir bakış açısı var.

Ana fikir: Yazarlar yazılarında mizah unsurlarını eksik etmemelidirler.

Teşekkürler Seda...

Tuesday 21 October 2008

...GÖRMEK...


Açıkcası, Çiğdem'in aşağıya eklediği imaj doğallığından bir eleştiriyi içerisinde barındırıyor. Birincisi sözkonusu nesnelerin atık olmalarından dolayı, ikincisi de onların aynı'nın yanyana geliş terörünü yaratmalarından dolayı. "Onları zorla küme yapıyorum" lafının ise senin değindiğin "nesneler üzerinde iktidar kurmak" ya da onlar üzerinde "hegemonya yaratmak" bağlamında bir okumayla değil aksine Çigdem'in "Küme"ye olan vurgusu ve bu konudaki heyecanı bağlamında anlaşılabileceğini düşünüyorum. Çünkü o cümlede "zorla" kelimesi "Küme" gondermesinin naifliği içerisinde eriyor. Burada olsa olsa sanatçının arzusu ve aslında tutkusu var, sadece nesnelerle değil, "şey"lerle (Küme) kurduğu daha içsel bir bağ. Öte yandan "zorla" kelimesi nesnelerle OYUN oynayan ve hatta onları kişiselleştiren bir tonu da içinde barındırıyor.

Kümeye "Dahil" Edilmek / Olmak / Kalmak

Sanatçı tarafından kurulan kendi haline bırakılmışların, terk edilmişlerin, kullanım değeri görülmeyenlerin, işe yaramayanların bir aradalığı, yeniden düzene sokulan bir ayrıksılığı, farkların olduğu bir benzerliği içeriyorsa eğer, bu kümenin kurulmasını sağlayan arzu, sanatçının nesneler üzerinde kurduğu iktidardan kaynaklanan hazza mı işaret etmektedir?

Eğer bu arzu, nesneler üzerinde kurulan hegemonyaya dayanıyorsa eğer, bugüne kadar ötekileştirilenlerin, kendi haline bırakılmışların, terk edilmişlerin, kullanım değeri görülmeyenlerin, işe yaramayanların başkaları ile benzerlik taşıyan ve taşımayan unsurlarının vurgulanabilmesi için “birer nesne olarak” yeniden düzenlenmeleri gerektiği şartını mı ileri sürüyor?

Kendi haline bırakılmışların, terk edilmişlerin, kullanım değeri görülmeyenlerin, işe yaramayanların başkaları ile ortak olan ve olmayan yönlerini ifade ederek “anlam” yaratabilmek için nesne olarak değerlendirilen ötekilerin kendi iradelerinin dışında ya da zorla bir kümeye dâhil olmaları mı gerekir?

Anlam, bir başkası ile kurulan (b)ağsallıkta mı ortaya çıkmaktadır?

Monday 20 October 2008


Taskisla'da derslerden sonra farklı seviyelerde su dolu olarak bırakılmıs-terk edilmis- siseleri fotograliyorum. Onları zorla kume yapıyorum.

Oğuz Özerden'e Mektup

Oguz Bey merhaba,

Cuma günü Santral'de sizinle karsilasmak guzel bir tesaduftu. En son gorusmemizden bu yana grup üyelerinin bilgi ve deneyimlerinden yola çıkarak farklı üretim biçimlerini deneme ile ilgili bir takım çalışmalarımız oldu ancak sonucta tekrar ilk cikis noktamiza donduk ve sergi projesini geliştirme aşamasına geldik. Yakında bu konuyu sizlerle paylaşacağız.

Diğer yandan, karşılaştığımız gün Santral'de 'Müze ve İletişim' konuşmaları dahilinde 'Müzeler ve Kamusal Alan' başlıklı bir konuşma yapan Lord Cultural Resources Ortak Başkanı Gail Dexter'ın yaptığı sunum, bizi Türkiye'nin güncel/çağdaş sanat alanına eklemlenmesi hususundaki endişelerimiz ile neredeyse yüz yüze bıraktı. Bir başka deyişle, tamamıyla karşı durduğumuz bir yaklaşım ile yapılan sunumda her ne kadar ulusaşırı kültür arenasına eklemlenen bir Türkiye kurgusu yer alsa da,

- gerek konuşmacının Türkiye'yi ve Türkiye'deki sanat ile sanatçıların geldiği noktayı değerlendirebilme konusundaki eksikliği,

- gerek hitap ettiği kişileri bir üçüncü dünyalı olarak 'öteki'leştirdiğinin işaretlerini veren 'Batılı' bakışı,

- gerekse müzeler ve kamusal alan ile ilgili yaptığı sunumun bilgi içeriğinin zayıflığı neden Santral'de böyle bir sunum yapıldığını sorgulamamıza yol açtı.

Dahası, kültürel değerlerin 'keşfedilerek' pazarlanmasına yönelik hizmet veren bir danışmanlık şirketinin sunumu, her ne kadar sanat yönetimi programının içeriği ile en azından başlık itibari ile örtüşse de, içeriği bakımından tam da Türkiye'nin klişeler üzerinden, kendi dinamiklerini kullanma yetisini gösterme konusundaki zayıflığının üstünü öreterek hem öğrencilerin bu konudaki farkındalığını sağlama hususunda etkisiz kalıyor, hem de var olan düzenin devamını sağlayan bir tekrar mahiyeti içeriyor.

Umuyoruz Santral İstanbul'un kendisini dünya ölçeğinde konumlandırma sürecinde bu tür klişevari söylemlerden beslenen ve kendini tekrar eden 'eskimiş' kişi ve kurumlar ile işbirliği konusunda daha mesafeli bir yaklaşım sergilenebilir. Bilginize sunar, yakın zamanda tekrar görüşmeyi dileriz...

Seda Yörüker ve Ebru Yetişkin

Wednesday 15 October 2008

But only for "Idea production"

As small, suppressed, invisible, un/less heard/spoken ones,

what is really at stake

is

to intervene in the everyday "practice"

by using pre-existent elements

such as gestures, concepts, representations and objects

with a "difference"

in order to generate

an emerging life surface, an existential territory, an (in)dependent metabolism

not only for (art) "criticism"

but only for

Idea production...

Collective Creativity

Exhibition: "Collective Creativity: Common Ideas for Life and Politics" - Kunsthalle Fridericianum in Kassel - 01 / 05 / 2005

Collective Creativity focuses on specific kinds of social tensions that serve as a common axis around which various group activities are being organized. It is interested in different emancipatory aspects of collective work, where collaborative creativity is not only a form of resisting the dominant art system and capitalist call for specialization, but also a productive and performative criticism of social institutions and politics. Which strategies are taken by collectives in public space? Which alternative forms of “sociability” are generated? In which ways do they occupy and change the system and the conditions of production and representation? How do they affect the social order?

Collective Creativity does not see group activity solely in terms of the scope and efficiency of tools used in attempts to change the sociopolitical situation; it also traces the paradox of self-sufficient enjoyment in group work, which inevitably overcomes and betrays its own instrumentality and use value. The interest in the specific politics of collective creativity is not restricted geographically, but it does seem to be especially interesting from the perspective of the “New Europe” and in the context of other geographical points with similar “troubles with modernism” and tradition of artists self-organizing.

Although the context of the exhibition is defined by complex intersections of contemporary and historical perspectives, as well as by cultural and geo-political parallels and divergences of different localities, the exhibition does not attempt a homogenous and finished “history” of collective artistic creativity. It rather offers a certain “collective and subjective” vision, very much based on the cultural terrain in which the reading of modernity as the unique and homogenous cultural capital of the West is very problematic.

While insisting on the heterogeneity of the idea of collectivism in different contexts and different group stages and dynamics, the exhibition does not endeavor to enter into historical taxonomy of the long tradition of collectivity in art. Instead, by insisting on the potential of a proverbial “white cube” exhibition to articulate a critical discourse, “Collective Creativity” encompasses several prominent group positions as referential points and investigates operative modes and strategies that are actively resonant in the present, with emphasis on parallels, “substantial repetitions” and diverse forms of artistic archives.

Tuesday 14 October 2008

Wednesday 8 October 2008

sanat tarihçileri

" .. sanat tarihçileri gerçek sanat yıkıcılarıdır, dedi reger. sanat tarihçileri sanat üzerine onu öldürene kadar gevezelik ederler. sanatın, sanat tarihçileri tarafından ölümüne gevezeliği yapılır. aman tanrım diye düşünüyorum çoğunlukla bu bankın üzerinde otururken, önümden sanat tarihçileri çaresiz sürülerini sürüklerken, işte bu sanat tarihçileri tarafından sanat onlardan uzaklaştırılacak, kesinlikle sürülecek olan tüm bu insanlara yazık, dedi reger. sanat tarihçilerinin var olanlar içindeki işi en berbat iş ve geveze bir sanat tarihçisi, ki yalnız geveze sanat tarihçileri var aslında, kırbaçla kovalanmalı, sanat dünyasının dışına itilmeli, dedi reger, dışarı itilmeli çünkü tüm sanat tarihçileri asıl sanat yıkımcıları ve biz sanatı sanat yıkımcısı sanat tarihçilerine yıktırmamalıyız. bir sanat tarihçisi dinlediğimizde midemiz bulanır, dedi, sanat tarihçisini dinlerken gevezelik ettiği sanatın nasıl yıkıldığını görürüz, sanat tarihçisinin gevezeliği ile sanat dumura uğrar ve yok edilir. binlerce, hatta onbinlerce sanat tarihçisi sanatı gevezeliğe döküp mahvederler, dedi. sanat tarihçileri gerçek sanat katilleridir, bir sanat tarihçisini dinleyecek olursak, sanatın yok edilmesine katılmış oluruz, bir sanat tarihçisinin ortaya çıktığı yerde sanat yok edilir, gerçek bu..."

thomas bernhard "eski ustalar"