Tuesday 23 December 2008

2008’de plastik sanatlar

Evrensel Kültür dergisi için hazırladığım 2008 yılının plastik sanatlar bakımından değerlendirmesini paylaşmak istiyorum arkadaşlar..
***

2008 yılında yapılan sergiler, gerçekleşen etkinlikler, yeni açılan sanat mekânları ya da düzenlenen sempozyumları arka arkaya sıralamanın bir faydası olmayacağı ve yapılacak her türlü sıralamanın bir seçki olacağı, bu durumda da seçilenlerin her halükarda göz önünde olanların listesinden ibaret kalacağı durumunu saptayalım öncelikle. Buradan hareket ederek, nesnel olmak iddiası hiç mi hiç bulunmayan, plastik sanatlar açısından bir 2008 değerlendirmesine girişelim.

2007’de bir hayli gündem işgal eden güncel sanat mı çağdaş sanat mı tartışması rafa kalkarken, 2008 itibarıyla “güncel” tartışmadan galip çıkmış gibi görünüyordu. Hâkim tabiriyle “güncel” sanatta, aykırı olma, şaşırtma hatta şoke etme esasıyla hareket edenler, avangard kırıntıları bünyesinde taşımaya çalışanlar politik olanla iyice yoğrulmuş sergiler yaptı, sergiler “party”lerle açıldı. Politik olan ayağa düştü, sıradanlaştı, kimse bir şey anlamaz, anlasa da umursamaz oldu! (Değinmeden geçmeyelim; 2009’da yapılacak İstanbul Bienali’nin basın toplantısı bayağı şenlikliydi. Darısı bienalin kendisine!)

Resim öldü mü kaldı mı, yaşıyor mu zombi mi tartışması gündemden iyice düştü. Velâkin, resim yapmakta ısrarcı, yaptıkları görmezden gelinen sanatçılar ile her daim en önde olmak isteyen sân’atçıların çabaları birbirine karıştırıldı. PR’ı güçlü olan pastadan en büyük payı aldı.

Yeni tekniklerle, yöntemlerle, gayretlerle sanatın tanımını değiştirmeye çalışanlar bağımsız gruplar oluşturmaya, kendilerini ifade edebilecekleri platformlar yaratmaya devam etti. Uygulayanı-alımlayanı belli bu girişimler seçkin bir azınlık tarafından tüketildi.

Merkez-periferi meselesi 90’lardan 2008’e yükselen “konsept”lerden olmayı sürdürdü! İstanbul merkezli sanat ortamında İstanbul’un da merkezi bazı odak noktaları yine “trend”di. Herkes oralara gitti, oralar konuşuldu, oralar yazıldı. Meseleden rahatsızlık duyanlar merkezin iktidarını bozmaya, sınırları kırmaya, sanatı merkez dışına taşımaya çalıştı. Ama coğrafyanın da üstündeki “merkez tanımı” tarzı, üslubu, tavrı belirleyen oldu yine de. Bu arada merkez dışından gelenler merkezin ta kendisine eklemlenmeye, oranın tanımını değiştireceğine oraya benzemeye devam etti.

Kurumlar Batı sanatının büyük isimlerini getirmeye, prestijlerini pekiştirmeye devam etti. Müzeler doldu, taştı. Avrupa 2010 Kültür Başkenti hareketliliği hız kazandı. Birbirinin peşi sıra açılan özel üniversitelerin çoğu güzel sanatlar fakülteleriyle birlikte açıldı. Sansür yine uygulandı, yine tartışıldı. Bağımsız sesler gazete ya da dergilerde daha çok görünürken, kuramsal sanat yayınları çeşitlendi. Sanat eleştirisi, senelerdir süren pesimist tavra inat kurumsallaşmaya başlar gibi oldu!

“Eski yağlıboya tablolar” (bir müzayede şirketinin müzayede afişindeki ibare bu) müzayedelerde itinayla alınıp satılmaya devam ederken çağdaş (ki kasıt yaşayan oluyor) sanatçıların çalışmaları da müzayedelere girdi. Bazıları uluslararası müzayedelerde de satıldı. Yine bir Osman Hamdi tablosu, Sotheby’s tarafından düzenlenen müzayedede fahiş fiyata alıcı buldu. Rivayet odur ki, alıcı, adına yeni bir müze açmak isteyen, ülkemizin önemli soyadlılarından biriydi.

Müzayedeler kâr üstüne kâr yaparken, Sotheby’s Müzayede Evi’nin Türkiye’de şube açacak olması korku ve heyecanla beklenir oldu. (Batı’nın bu coğrafyayla dirsek temasına girmesi kimilerince umulan, kimilerince çoktandır beklenen ve artarak sürecek bir durumdu) Bu arada galeriler, sanat ortamındaki mali sıkıntıdan yakınıp durdu. Kriz, mevcut duruma tuz biber ekti. Sanat pazarı tablosunun birey bazında pek de iç açıcı olmadığına ikna olsak da unutulan bir şey vardı: “Bankalar tepetaklak olur ama galibiyet sanatın olur.” (Sir Norman Rosental, Royal Academy sergileri eski yöneticisi. Damien Hirst'ün iki günlük güncel sanat müzayedesi rekoru ve dünyada yaşanan ekonomik kriz üzerine...)

Monday 15 December 2008

Resimli Hayat: Figüratif Türk Resmine Bakmak

18 Aralık 2008 İstanbul Teknik Üniversitesi, Taşkışla Kampüsü
Konuşmacı: Seda YÖRÜKER
"Resimli Hayat: Figüratif Türk Resmine Bakmak"
Sanat tarihçisi Seda YÖRÜKER' in, Osmanlı 'dan D grubuna Türk resim sanatındaki figüratif dönemi inceleyeceği konuşması perşembe günü saat 18:00 de, 127 numaralı konferans salonunda gerçekleşecektir. Etkinliğe katılım ücretsizdir.

İTÜ Güzel Sanatlar Kulübü

Sunday 7 December 2008

Bir Sanat Yazısının Eleştirisi-dir

Bir sanatçının sergisi hakkında çalakalem yazılmış yazılar çok sıkıcı, ancak daha da sıkıcı olan sanat eleştirisine soyunan kişinin, bir sanatçının sergisini araçsallaştırıp bu sergiyi kendi siyasi ve sosyal fikirlerini yığabileceği, deyim yerinde ise kusabileceği bir alan olarak görmesi. Bu tarz yazılarda sanatçının yaptıkları değil, sanat eleştirmeni sıfatı altında yazan kişinin çarpıtılmış yorumları ve kendi gerçekliği ağır basar. Bu gerçeklik keşke aşırı yorum olabilse! Ancak sadece manipülasyon olarak orada bir yerde durmakta ve meşrulaşmaktadır.
Galeri Apel'deki 3. kişisel sergisini açan Aslımay Altay'ın "Tabankeş" adlı bu sergisini ele alan Birgün Gazetesi yazarı Erkan Doğanay adlı kişi -ki burada sanat eleştirmeni ya da yazarı olarak konuşmakta (yazmakta) dır- 2 Aralık tarihli yazısında şaşırtıcı biçimde sanatçının ve onun kavramsal çerçevesinin tamamen uzağında bir dünyanın tasvirini yapmaktadır. Öteden beri işlerinde seyahat olgusu üzerinde duran Altay bu kez sözkonusu sergisinde Abidin Dino'nun "Sinan" adlı kitabından yola çıkarak Anadolu'dan İstanbul'a "yürüyerek" gelen devşirmelerin hikayesine odaklanmıştır. Bu referans noktası, yine öteden beri seyahat olgusunu kendi kişisel seyahat deneyimlerinden ya da tarihsel ve kültürel anlatılardan yola çıkarak sorunsallaştıran sanatçı için ayırtedici bir öneme sahiptir. Ancak yazısında sözkonusu serginin çıkış noktasını yok sayan Erkan Doğanay, sanatçının bu sergisini, onun öteden beri tarihsel gelenekten beslenerek gerçekleştirdiği sanatsal tavrını bilmeden ve buna zahmet de etmeden Osmanlı'yı eleştirmek ve kalıplaşmış fikirlerini aktarmak için kullanıyor. Daha yazısının girişinde "tartışmalı bu konuyu (-ki kastettiği konu; devşirmeler ) ele alan ilk sanatçı olarak Aslımay Altay"ı kendince yüceltiyor ve ardından "Osmanlı'nın faşizan yapılanmasında zorla toplanan köleler" gibi tarihsel hatalara varan ifadelerine başlıyor. Devşirme çocukların zorla sünnet edilmesi -ki zorla olmayan sünnetten bahsetmek ne kadar mümkün- ve devşirme olayını "asimilasyon işlemi" olarak yorumlaması kadar "heykeltraş olan sanatçı"! gibi terminolojik bulanıklarla da örülü bir yazı ortaya çıkarıyor. Ancak, öyle anlaşılıyor ki Doğanay, ne Aslımay Altay'ın bugüne kadarki sanatsal yaklaşımını incelemiş ne de onun "Tabankeş" adlı sergisindeki işlerine bir kez olsun dönüp bakmış. Kalıp düşünceler kadar çağın görsel bombardımanlarıyla donanmış zihinler kuşkusuz sanattaki görsele bakmaktan uzaklar. "Sanatçı, tema olarak ‘devşirme’ olayına yoğunlaşmış ve konunun tartışılabilir genel hatlarını eserlerine yansıtmış." gibi yüzeysel bir ifade ancak bunun göstergesi olabilir.
Aslımay Altay, sergisinde Doğanay'ın anlatımı ile ne devşirmelerin acınası halini (!) ne de Osmanlı'nın devşirme konusunu sorunsallaştırmıştır; Altay, en başından beri yaptığı biçimde seyahat olgusu üzerine çeşitlenen yeni anlatıları yorumlamakta ve bunu da ele aldığı anlatıların tarihi ve kültürel yüklerinden ve doğrudan göndermelerinden olabildiğince arındırarak ve en net biçimiyle kişiselleştirerek gerçekleştirmektedir. Onun bir kaç sene önce gerçekleştirdiği sergisinde kendini bir seyyah olarak tanımlamasındaki adım, tarihsel ve kültürel olan anlatılara olan adımlarıyla kesiştiği oranda katmanlaşmaktadır. Bu açıdan Altay'ın tarihi anlatıdan yola çıkarak yaptığı işleri dahi oldukça kişiseldir ve bu onun görsel dilinde, sıkça kullandığı ve kendi kişisel dünyasından gelen simgesel formlarından da okunabilir. Hal Foster'ın dikkat çektiği biçimde siyasi sanat ile siyaseti olan sanat arasında bir ayrım sözkonusudur. Altay, Erkan Doğanay'ın anlamak istediği biçimde siyasi bir sanat yapmamakta aslında tam da karşısında; siyaseti olan bir sanat yapmaktadır. Bu siyaset oldukça kişisel bir dünyanın görselleşmesi biçiminde okunabilir. Ama okumak için sanatçıyı tanımak mümkün değilse de bakmak gerekir. İşlere bakılmadan yazılmış yazı, içinde sergi hakkında kayda değer hiçbir yorumun olmamasından da anlaşılabilir.

Friday 5 December 2008

"Estetik bicimde islev gorme" nasil oluyor???

Thursday 4 December 2008

Estetik Devinim

Batı sanat aleminde işler, eleştirinin/eleştirmenin onayından geçtiyse kabul ediliyor! Kabulden kasıt piyasaya kabul bir anlamda tabi. Kısır bir "Batı-biz" karşılaştırması yapmak zorunda kalmak korkunç ama bizde işler(yaptım bile!) yine ve yeniden biraz daha farklı yürüyor. Sanki yaptığı görülmediği için üzülen "samimi" sanatçılardan oluşan bir kitle ve gözünü popülerlik hırsı bürümüş, ne yapsa etse olay adam olmak isteyen, tüm eforunu buna sarf eden ve çoğunlukla başarılı da olan (ilişkiler sağolsun!) sân'atçılar var. Belli galerilerde sergiler açıyorlar ve kitlesi belli, alıcısı belli bir ortam mevcut oluyor.

İki hafta kadar önce bir Cumartesi günü Asmalımescit'teki C.A.M.'ye girdim. İçerideki görevli arkadaş bir hayli şaşırdı. Işıkları yaktı, elime listeyi verdi. Tedirgin oldum.. Kimse mi gezmiyor bu galeriyi? Korkunç! Aynı gün Apel'den kafamı uzatıp gayri-ihtiyari "Sergi var mı, gezicem" dedim. Kim olursa olsun gezeceğim yani. Böylesi bir güdülenmişlik!

"Sanat estetik bir devinimdir!" Şimdi uydurdum, belki vardır. Özlü sözler dünyası bu.. Sanat asıl, hep var olan, uzun zamandır gizlenen, utanılan amacına, yani "hoş duygulara hitap etmek" gibi özetleyebileceğimiz (ironi mi yapıyorum yoksa?) amacına geri mi dönmeli? Ya da bundan utanılmamalı mı? İlla bir şeyler söylemek zorunda olan, biçim kaygısından tamamen vazgeçmiş, varlık nedenini “şaşırtmak, şoke etmek!” üzerine kurmuş sanat kendini feshetmeli-mi?

Serbest çağrışım yöntemiyle ortaya atılabilecek bir milyon soru ile şeytanın avukatlığına devam edebilirim..

Nelson Goodman isimli adamcağız neler söylemiş neler:

“Önemli olan, bir yapıtın geleneksel anlamında sanata ilişkin ölçütlerimize uygun, güzel, hoş ya da başarılı olarak değerlendirilmesi değildir; aslolan onun estetik bir biçimde işlev görmesidir.”

Monday 1 December 2008

Çizgi Üstünde

Son bir kaç aydır Mısır Apartmanı'nda da var olan Galeri Nev'e girmek için o büyük beyaz kapının önünde durup zili çalmanız gerekiyor. İçeriye girmek için kapıyı itmeniz yeterli değil, oldukça "şık" ve "steril" mekanı korumanın bir yolu mu bu?

Galeriler destekedikleri sanatçılarla, yaptıkları sergilerle 20.yüzyılın ortasından bu yana dünyada çağdaş sanatın en önemli alanları oldu. Özellikle Amerika'da galerilerin bu rolü sürdürdüklerini görmek hala mümkün. Ki pek çoğu zaten bugün dünya sanatına yön veriyor. Bir kaç gün önce Beyoğlu çevresindeki bir kaç sergiyi gezerken girdiğim galerilerde in-cin top oynuyordu. Sanatçılar ne yapıyor, ne yapmıştı-şimdi ne yapıyor pek fazla kimseyi ilgilendirmiyor gibi. Sanat ancak sanat tarihi kitaplarına girince mi bakmaya ve dikkate almaya değer?

Bir sanatçı arkadaşım, sanatçılarla- eleştirmenler arasında cam bir duvar var, demişti sanatçıları tanımanın, takip etmenin önemini konuşurken. O duvar sadece sanat eleştirmenleri için değil aslında sanatın köşesinde duran pek çok kişi için geçerli.

Sanatçıların kişisel sergilerini önemsiyorum, onları takip etmek..

Aklımda Grayson Perry var, ne kadar muhalif ve ne kadar dekoratif! Tuhaf ve iyi. Dekoratif olmak ve çağdaş sanat.. Elvan Alpay'ın sergisini ama daha çok yaptığı bazı işleri çok sevdim, çok dekoratif ama tuhaf biçimde iyiydi. Muhalif değil, dekoratif ama iyi.
Dekoratiflik fazlasıyla bugünün sanatına dair aslında. Düşünmeli.