Monday 24 June 2013

GEZİ, EŞSİZ BİR SORU

Seda Yörüker

İstanbul başta olmak üzere tüm ülkede, tarihsel ve kültürel birikime ve doğaya ilişkin hoyratlığın her geçen gün artması ve bunun paralelinde toplumsal alanda türlü nedenlerle oluşan enerji sıkışması, Gezi Parkı olayını tetikledi. Tek tek bireyler kadar, farklılıkların yanyana gelmesiyle oluşan toplumlar da bir hafızayla yaşıyor. Bu hafızaya yönelik hoyratça tehditler, doğrudan bir koruma içgüdüsü ortaya çıkarır ve hafızasından tarih boyunca çok şey aşırılmış bir ülkede tahammüller de zayıflar. Yakın tarihte Emek Sineması olayında görmüştük bunu. Burada ise hem bir metafor olarak, hem de gerçekten bir ağacın etrafında toplandık. Bir ağacın etrafında toplanma fikrini özellikle önemsiyorum. Çünkü Gezi Parkı’yla birlikte bugün pek çok konuda farkındalık, sorumluluk ve bilinç ortaya çıkmışsa ve dahası hepsini aynı anda konuşabilir hale geldiysek, tüm bunların kırılgan bir ağaçla ilişkili olması, ona karşı geliştirilen duyarlılıktan doğması, bu hareketin eşsiz yanını da kanıtlıyor. Gezi Parkı olayını tarihte gerçekleşen pek çok hareketten ayıran sayısız neden var kuşkusuz ve bunların hepsi doğallığından bugünün sanat okumaları içinde anlamlanıyor. Sosyal medyanın, yerleşik zamanı altüst edip bu denli etkin bir biçimde kullanılmasıyla iletişimin muazzam bir şekilde örgütlenmesi, ekonomik ve sosyal içerikten bağımsız düşünülemeyecek ekolojik algının etkinleşmesi, sözün ve görselin yersiz yurtsuz bir biçimde sonsuzlaşması kadar, bir eylem unsuru olarak bedenlerin ve dilin yeniden üretilmesi burada dikkat çekiciydi. Nihayetinde sanatı sadece elle tutulur gözle görülür olanla yani fiziksel anlamda üretilmiş nesnelerle ilişkilendirmek mümkün değil; sanat aynı zamanda hareketin, duygulanımın, ağlar arasındaki bağları yeniden kurgulamanın, bellek oluşturma ediminin ve kendiliğinden oluşanın potansiyellere dönüşmesinin de bir karşılığı. Gezi’de ve sonrasında ortaya çıkan park buluşmalarında hergün gerçekleşen sözleşme eylemi, kişilerin süregelen zamanlarını saptırıp müşterek konularda dinleme ve konuşma temelli yeni ilişkisellikler yaratması, yalnızca toplumsallık adına değil, aynı zamanda kamusal alan üzerine çok düşünüldüğü son dönemde, doğrudan sanat alanında da zihin açıcı. Bu süreçte, 13. İstanbul Bienali artık yapılmasın gibi yorumlar ortaya çıktı ve bunların dile getirilmesi çok doğal. Bugün bienallerin hantallığını ve içeriksel sorunlarını tartışmak önemli ancak hiçbirşeyin, bir diğerinin yerine geçmesi mümkün değil. Etrafında kümelenen çok hacimli bellekle eşsiz Gezi olayı, kamusal alan odaklanmayı seçen İstanbul Bienali’nden çok daha kendiliğinden ve bu nedenle de öğreticidir. Dönüştürücü potansiyeli olan Gezi, 13. İstanbul Bienali’nin karşısında muazzam bir soruyla duruyor. Bu sorunun cevabını, kamusal alana bakmayı seçen bienal aynı sarsıcılıkta ve belki de kendini altüst ederek cevaplandırabilecek mi, bu önemli.   

No comments: