Friday 4 February 2011

(Ömer Uluç'un yakın dostu şair Cevat Çapan onun için yazdığı bir şiiri, tiyatro oyuncusu Nalan Kuruçim ise Uluç'un en sevdiği şiirlerden biri olan Dylan Thomas'ın Fern Hill'ini okurken - Fotoğraflar: Muhsin Akgün).

“ÖMER ULUÇ İÇİN”, ÖMER ULUÇ’LA

Bir sanatçının ölümünden bir yıl geçtikten sonra onu nasıl anabiliriz? Sözkonusu Ömer Uluç ise onu anmak, aradan sadece bir yıl geçtikten sonra, nasıl mümkün olabilir? Anmak nedir? Bir sanatçı, bir kişi olarak Ömer Uluç’un anılması, yani o yokken ve bu yokluğu koyulturcasına onun hakkında konuşmak mümkün müdür? Konuşan kimdir? Konuşulan nedir? Birisi hakkında konuşmanın sınırı nereye kadar varır?

Ömer Uluç’u anmak zor hakikaten. O halde Ömer Uluç için gerçekleştirilecek bir günde Ömer Uluç’un olmadığını baştan kabullenmiş bir “anma” kelimesi kenara çekilerek işe başlanmalıydı. Anma’nın kenarda, Ömer Uluç’un ise içeride olduğu bir gün tasarlamak. İçinde Ömer Uluç’un olduğu bir gün. Konuşanların değil Ömer Uluç’un esas olduğu bir gün. 27 Ocak akşamı İKSV’de gerçekleştirilen “Ömer Uluç için” günü tam da böyle bir gündü işte. Ömer Uluç’un sevdiği şeylerin dostları tarafından salonu dolduran öteki dostlarıyla paylaşılması, bir bakıma sahnede asıl olarak onun olması; Ömer Uluç’la, onun hepimizi çarpmış olan dünyası ile hasret giderme günü. Onun hakkında konuştuğumuz bir gün değil; Ömer Uluç’un dünyasıyla buluştuğumuz, ona ait olan şeyler vasıtasıyla onu neden sevdiğimizi gördüğümüz bir gün.

Resme dair, sanata dair yerleşik değerlerle mücadele etmiş, herkesin imrendiği müthiş bir hayat yaşamış, Ömer Uluç, aynı zamanda edebiyattan bilime dek uzanan şaşırtıcı dünyasıyla bu ülkede alışılageldiğimiz sanatçı imajının çok ötesinde durmuş, en ‘matrakken’ en ciddi ve saygın olmayı hep bilmiş biriydi. O kısacık gecede bunu bir kez daha gördük. O gece Cüneyt Türel müthiş sesiyle bize Ömer Uluç’un kendi kaleminden neden Malcolm Lowry’i seçtiğini anlattığı metnini okuduğunda onun dünyasının içinde ne kadar edebiyatçı bir sanatçı olduğunu anlamamak, hissetmemek imkansızdı. Bir kez daha söylemeliyim ki müthiş bir üslupla müthiş sözler etmiş bir adam o. İKSV’de gerçekleştirilen gecede sahneye çıkan Cevat Çapan, Cüneyt Türel, Sema Moritz, Ekin Saçlıoğlu, Nalan Kuruçim, Ayşegül Sönmez, Seda Yörüker, Defne Ayaş ve Cem Erciyes, Ömer Uluç’u farklı dönemlerden tanımış kişiler, sahnede laf olsun diye hiç kimse yok; herkesin odak noktası Ömer Uluç’un dünyası, olayın ise bir kareografisi var. Son sergisinde onunla birlikte çalışan Cem Yardımcı’nın Ömer Uluç’un arşivinden yararlanarak hazırladığı videosu ile daha da anlamlanan gece, bu gecenin arkasındaki asıl kahraman eşi Vivet Kanetti’nin incelikli bir biçimde sahneye dahi çıkmadan yaptığı kısa konuşması ve onun Ömer Uluç’un söyleyeceğinden emin olduğu tek bir sözü ile sonu erdi: Şimdi içme vakti!

“Ömer Uluç için” gecesinde sahne gerçekten de Ömer Uluç’undu, biz her zaman olduğu gibi onun enerjisi etrafında yine bir araya gelmiştik. O burada olmadan da bize bunu yaptıracak bir enerji bu; büyük bir Ömer Uluç sevgisi, düşkünlüğü. Her sanatçının bu kadar seveni olabilir mi, emin değilim. Son kertede şunu biliyoruz ki bir sanatçı kimseye ait olamaz. O gece Ömer Uluç hakkında konuşmak yerine Ömer Uluç’un dünyasına bakarken bizim ne söylemek isteyeceğimizle değil onun neleri sevdiği fikriyle işe başladık; Dylan Thomas’ın Fern Hill’i, Ömer Hayam’ın dörtlükleri, Malcolm Lowry’leri, sevdiği şarkılar, kendine ait müthiş sözler, hayatının enfes kareleri ve herkesin yüzünü güldüren zekice esprileriyle Ömer Uluç’un dünyasına baktık. Öyleyse şimdi de başka türlü sormalı: Bir sanatçıyı anmak değil; onunla karşılaşmak nedir? Dahası bir sanatçıya olan sorumluluğumuz nedir?

Seda Yörüker
(04.02.2011 tarihinde Birgün Gazetesi'nde yayınlanmıştır.)

No comments: